BERCESTE VE İZAHI – 122
BERCESTE VE İZAHI – 122
Fazilet Yolu: İnsanın Enaniyetinden Hayatın Hikmetine
Hayat, kimi zaman gürültü içinde savrulan, kimi zaman ise sükûnetin derinliklerinde kaybolan bir yolculuktur. Bu yolculukta insan, pek çok dert, tasavvur ve gayretle karşılaşır. Ancak hakiki faziletin ve hikmetin nerede saklı olduğunu idrak etmek, bu yolculuğun en mühim gayesidir. Beyitler, bu gayeye ulaşmak için bize ışık tutmaktadır.
1. Açı: İnsanın Dışavurumu ve Derûnî Sükûneti
Neyzen Tevfik’in şu beyitleri, insanın haysiyet ve onur meselesini ele alır:
”Her ne yap yap becerip izzet-i nefsinle geçin
Kimseden bekleme yardım iki el bir baş için”
Bu beyit, insanı enaniyetin ve zahiri destek arayışının ötesine geçmeye dâvet eder. Hakiki izzet-i nefis, başkalarının nazarından gelecek yardımla değil, bizzat kişinin kendi gayretiyle kazanılır. Bu mısralar, bize başkalarına muhtaç olmadan, kendi emeğimizle hayatımızı idâme etmemiz gerektiği düşüncesini telkin eder. Tarih boyunca nice büyük zatlar, bu düsturla hareket etmişlerdir. Zira bilirler ki, cihan şümul bir faziletin isbatı, kişinin kendine olan itimadıdır. Başkasının eline bakan, kendi iradesinden feragat eden bir insan, zamanla kendi kimliğini ve şahsiyetini yitirir. Bu beyit, aynı zamanda bizi tabiatın işleyişi hakkında düşündürmektedir: Her canlı kendi hayatını idâme ettirmek için mücadele eder. İnsan da bu mücadelenin bir parçasıdır.
2. Açı: Kelâm ve Sükûtun Hikmeti
Nâbî’nin aşağıdaki beyiti, konuşmanın ve susmanın inceliklerini tasvir eder:
”Olur insânda zebân bir iki gûş
Sen dahi söyle bir ol iki hâmûş”
Bu beyit, insanda bir dilin ve iki kulağın olmasının derin bir hikmetini ön plana çıkarır. Bu zıt gibi görünen durum, aslında hayatın en mühim derslerinden biridir: Duyma, konuşmaktan daha mühimdir. Nâbî, bize çok konuşmak yerine çok dinlememizi tavsiye eder. Bir insanın söylediklerinden daha çok, duyduklarıyla olgunlaştığına işâret eder. Hayatın içinde pek çok yanılma ve zıtlıklar vardır. İnsan bu zıtlıkları, çok konuşarak değil, sükûnetle dinleyerek ve idrak ederek aşar. Sükût, sadece susmak değil, aynı zamanda nazar etmektir, tefekkür etmektir. Bir düşünce âlimi, “Hakikati öğrenmek istiyorsan, kelâmdan çok sükûta kulak ver” demiştir. Bu mısra, edebî bir nazardan ziyade, insanı derûnî bir tefekkür ve hikmet yoluna dâvet eder.
3. Açı: Sanat ve Kemalâtın Esası
Lâedrî’ye ait olan bu beyit, bir işin yapısında bulunan mükemmelliğin anahtarını verir:
”Tahsil-i kemâlât kem âlât ile olmaz”
Bu mısra, bize “eksik veya kötü âletlerle mükemmel işler elde edilemeyeceği” düşüncesini telkin eder. Bu, sadece bir sanat veya meslek için değil, hayatın tamamı için geçerli bir kaidedir. Bir öğrencinin bilgiye tahsil etmesi, bir sanatkârın mükemmel bir eser ortaya koyması, hatta bir insanın kendi nefsini terbiye etmesi bile ancak kaliteli âletlerle mümkündür. Bu âletler, sadece maddî unsurları değil, aynı zamanda manevî ve derûnî unsurları da ihtiva eder: Doğru bilgi, sağlam bir irade, faziletli bir ahlâk gibi. Eğer bir işin muhtevası bozuksa, neticesi de bozuk olur. Bu beyit, bizi, her ne iş yaparsak yapalım, o işin kalitesine ehemmiyet vermeye ve kaliteden taviz vermemeye dâvet eder.
4. Açı: Hayatın Güzelliği ve Hüzün
Keçecizâde İzzet Molla’nın beyiti, hayatın beklenmedik tecellîlerini tasvir eder:
”Bir mevsim-i bahârına geldik ki âlemin
Bülbül hamûş havz tehi gülsitân harâb”
Bu beyit, bizleri hayatın zıt ve aykırı yanlarını görmeye dâvet eder. “Bahâr mevsimine geldik ki âlemde bülbül susmuş, havuz boşalmış ve gülistan harap olmuş” der. Bahar, umûmiyetle hayatın tazelendiği, kuşların şakıdığı bir mevsimdir. Ancak şâir, bu tabiat tasvirini tam tersi bir şekilde yapar. Bu beyit, hayatta her şeyin dışardan göründüğü gibi olmadığını, bazen en güzel zamanlarda bile iç derinlikte bir hüznün ve boşluğun olabileceğini tasvir eder. Bu durum, bize hem tefekküre hem de tebessüm etmeye dâvet eder: Her anın kendine mahsus bir muhtevası vardır. Bu muhteva, bazen neşeyi, bazen hüznü, bazen de hem neşeyi hem de hüznü bir arada ihtiva edebilir.
5. Açı: Hakiki Gayenin Peşinde
Yûnus Emre’nin bu mısraları, insanın bu dünyadaki varlık sebebini tasvir eder:
”Ben gelmedim da’vî için benim işim sevi için
Dostun evi gönüllerdir gönüller yapmaya geldim”
Bu beyit, insanın bu dünyaya gelmesinin asıl gayesinin tartışma ve çekişme olmadığını, aksine sevgi ve muhabbet olduğunu ön plana çıkarır. Yûnus, “Ben iddiâ için değil, sevgi için geldim” der. Hayatın en kıymetli hazinesi olan gönüller, sevgiyle ve muhabbetle imâr edilir. İnsanların en büyük fazileti, başka bir insanın gönlüne dokunabilmesidir. Zira Allah Teâlâ’nın tecelli edeceği yegâne mekân, insanın gönlüdür. Bu beyit, bizi enaniyet ve kavgadan uzak durmaya, bunun yerine başka insanların gönüllerini kazanmaya ve bu sayede kendi gönlümüzü de zenginleştirmeye dâvet eder. Bu, hayatın ve düşüncenin en mühim hikmetlerinden biridir.
Makalenin Hülasası
Hayat, insanın derûnî bir yolculuğudur. Neyzen Tevfik’in beyiti, bu yolculukta kişinin kendi haysiyetine sahip çıkmasını ve başkalarına muhtaç olmadan ayakta durmasını telkin eder. Nâbî, kelâm ve sükûtun dengesini tasvir ederek, dinlemenin konuşmaktan daha büyük bir fazilet olduğunu telkin eder. Lâedrî, her işte kalitenin esas olduğunu ve kaliteli neticelerin ancak kaliteli âletlerle elde edilebileceğini ön plana çıkarır. Keçecizâde İzzet Molla ise hayatın zıtlıklarını tasvir ederek, en güzel anlarda bile hüznün ve boşluğun olabileceğini belirtir. Ve son olarak Yûnus Emre, bu dünyaya gelişimizin en mühim gayesinin iddialar ve dâvâlar değil, gönüller yapmak olduğunu ve hakiki faziletin sevgi ve muhabbette saklı olduğunu telkin eder. Bu kıymetli beyitler, insanın hayatını mana ve hikmetle doldurabilmesi için birer rehberdir.
Hazırlayan: Mehmet Özçelik – www.tesbitler.com
24/10/2025
![]()